Size bir sır vereyim mi?

Şu konuda bir anlaşalım!

Bu şehirde “gerçekten” eleştiri yapan neredeyse kimse yok.
Ve gerçekten eleştiriye kıymet verecek kadar olgun insan da…
Evet, arada ucundan kıyısından, köşesinden bucağından acık dokunduran var mı?
Elbette var.
Yoksa tümden taraflı algılanırlar.
Vicdan da seslenir tabi.
Hele de ölüme artık bu kadar yakınken…

Ama gerçek eleştiri başka bir şey!

Bunu, “Yitik şehrin ardından” başlıklı yazımda da şöyle vurgulamıştım;

“Ve yine hep bir ağızdan eleştirmek kolay da çözüm üretmek zor diye onaylaşıyor kimileri…
Tatmin ediyorlar vicdanlarını belki biraz.
Fırsat oldu da “onlar” haykırmadı mı gerçekleri yoksa yüze!
“Nayır” tabii ki. Kim demiş eleştirmek kolay?
Bunu diyen bir adım öne çıksın bakayım.

Kim kime diyor “yüze geldiğinde” yapma etme, bu yanlış diye?
Kim kime diyor “yüze geldiğinde” eğrisin, doğrul kardeşim diye?
Kim kime diyor “yüze geldiğinde” haksızlık ediyorsun, Allah’tan kork diye?
Kim kime diyor “yüze geldiğinde” bu iş senin hakkın değil, girme günaha, alma ah diye?
Kim kime diyor “yüze geldiğinde” hata yapıyorsun, zararın neresinden dönsen kârdır diye?
Kim kime diyor? Kaç kişi diyor?
Kaç kişi diyormuş gibi yapıyor?
Kaç kişi demek istiyor da susuyor?

Susmak zorunda kalıyor…
Kişisel çıkarlar ağır basıyor.

Peki ya kaç kişi doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuyor?
Ve kim, köyünün doğru söyleyenler tarafından terkedilmemesi için savaş veriyor?
Eleştirmeye eleştirmeye, susa susa, ezile büzüle, yandan yandan, “Sen iyisin ağam”, “Sen hoşsun paşam” diye diye gelmedik mi bu hale zaten?
Şahsımıza dokunmasın diye bin yaşasın dediğimiz yılan, toplumun boğazına dolanmadı mı?”

Bu paragrafı, “Yitik şehir Gaziantep” yazısındaki eleştirilere istinaden çözüm de yazın diyen samimiyetine inanmadığım laf olsun diye konuşan kimselerin ardından yazmıştım.
Yazı inanılmaz bir rekor kırmış ve kent arşivine geçmişti.
Peki neden?
Ne vardı ki bu yazıda bu kadar yüksek bir tiraj yakaladı?
Söyleyeyim; Gerçek eleştiri!

İnsanların içi şişmişti ve yürekleri soğudu.
Madem eleştiri kolaydı da neden bugüne kadar herkesin bildiğini kimse kimseye ulu orta haykırmadı?

Neden benim kulağıma, “Fulya hanım eksik bile yazmış, harfi harfine doğru ama biz diyemiyoruz işte pozisyon gereği” fısıltıları geliyor ya da “Yazınızı çok beğendim ama paylaşmaya çekindim.” diye mesaj atan insanlar vardı ve halen var.

Madem eleştirmek kolay ise, neden o farklı sesleri duymuyoruz biz öyleyse?
Yok öyle kapalı kapılar ardında ikili üçlü muhabbetlerle, sosyal medya aleminde sahte ve yan hesaplarla birbirilerine laf giydirerek, yalandan dolandan popülizm algısıyla algı dolandırıcılığı yaparak değil, olduğu gibi açık ve net!
Mertçe!
Lafını sakınmadan.
Yüze!
Gözünün içine baka baka.
Sözünün özünü döke döke.

Peki ya bugün yaşadıklarımız?
Neyin sonucu?
Kriz yönetimi neden yapılamıyor?
Tek taraflı bir suçlu mu var sadece?
Neden birlik ve beraberlik olma konusunda ciddi sorun yaşıyoruz?
Neden bugün kriz yönetiminde soruna neden olan konulara, her şey güllük gülistanlık iken müdahale edilmedi?

Vizyon sahibi değil mi bu şehrin önde gelenleri ve yöneticileri?
Ne ile uğraştılar bu zamana kadar?

Bugün cehalet diye hüngür hüngür ağladığınız cehalet, o zaman yok muydu?
Tabi o zaman böyle doğrudan üstünüze üstünüze gelmiyordu bu bana dokunmayan cehalet yılanı, değil mi?

Dolayısıyla kimse bana eleştirmek kolay naraları atmasın.
Bu kez daha başka yazarım kimse kalkamaz altından.

Eleştirmenin ilk harfinden korkan insanların özel hesaplarından birbirlerine, “Aman ha!” diye korkudan yazı yazdıkları bir şehirde kimse bana eleştirmek kolay demesin.

Eleştiri yapılmasın diye yapılan baskıları da, yana çekme politikalarını da herkes biliyor. Tiyatroya gerek yok.
Onun da zaten kötüsünü izliyoruz sadece.
Benim takıldığım konu bu değil ama.

Konu niteliksizleşme, konu liyakatsizlik, konu memleket.

Dikkatli okuyarak doğru anlayabilen herkes, yaptığım bütün eleştirilerin çözümünü de çok basit bir şekilde yazdığımı bilirler.
Lakin papağan gibi hep aynı tekrarla, “Eleştiri yapmak kolay, çözüm üretsinler.” diye ortada gezen kaçak dövüşçü bir kitle ve her şehirde olan sorunlar diyerek sorunu sıradanlaştırıp ortalamayı aşağıya çekince kendi hatalarını ört bas ederek mutlu olup kendilerini kandıran bir kitle var.
Başkalarında da var diyerek kendilerine layık gördükleri düzen için bir şey diyemem zira bu ciddi bir özdeğer sorunudur.

Peki bu ilk kitleye sormak istiyorum.

Çözümü yazıyorum kendi adıma ama yetmiyorsa eğer ve daha fazla yazmam gerekiyorsa çözümleri ve başkaları da yazacaksa sürekli ve fikir hırsızlığı ile birileri de yaranacaksa birilerine fikir sahiplerinin emeği gözardı edilerek, kendilerinin ne işe yaradıklarını öğrenebilir miyiz acaba?

Yetkilerini ve maaşlarını da bana ve benim gibi sürekli fikir veren insanlara verecek mi bu kitle?

Milletvekili, dernek başkanı, stk başkanı, oda başkanı, başkan bakanı, bakan başkanı, başkanlar başkanı, başka başka başkanlar falanlar filanlar kısaca şuanda yetkili olan herkes.
Ne yapıyorlar?
Ekipleri ne yapıyor?
Bu ekipleri nasıl istihdam ediyorlar?
İşe göre mi adam seçiyorlar, adama göre mi iş üretiyorlar?
Bir kişinin yapması gereken işi elli kişi neden yapıyor?
Eğitim şartları uygun olmayan, performans değerlendirmeleri hakkıyla yapılmayan ve şartları sağlamayan kadrolara neden fırsat veriliyor?

Markalar diyarında markalaşacak bir kriz yönetimi değil de, ülkeye ibretleşecek bir örnek yarattıkları için kendilerini suçlu, sorumlu hisseden kaç kişi var merak ediyorum.

Yoksa sadece şikayet edenleri mi şikâyet edecekler?

Size bir sır vereyim mi?

Gaziantep çok büyük ama çok küçük bir şehir.
Ve bu şehirde aslında sır yok.
Hani diyorsunuz ya bana bazen daha sade yazın daha çok anlaşılsın yazılarınız diye.
Şu kalemi kelamı net satırlara bıraksam hüngür hüngür ağlar bu millet!

Onun için kimse bir daha bana asla, “Eleştirmek kolay demesin!”
Buyursun bir adım öne, açsın ağzını bakalım, önce kendine, dostuna, eşine, müdürüne sonra personeline, ekibine, amirine, vekiline sonra da şehrine.

Ve son olarak, zamanında hatasına hata demeyip, hakkıyla eleştirmeyip, dönen ve bozulan güç dengeleriyle hükümdarlığı riske girenlere sonradan ses çıkarmaya başlayarak dürüstlük ve cesaret edebiyatı yapanlara bir çift sözüm var;

Sizler korkaklara karşı cesurluk yaparak, kurdun kocamasını beklediniz.
Sizler bireysel çıkarlarına aşık, samimiyetsiz koca birer ödleksiniz.

Neyzen Tevfik’in dediği gibi; Hayat üç buçukla dört arasındadır; ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın!”

Hadi kalın sağlıcakla.

Yorum bırakın