

Tuğba Gürel Ural
Ben bir aşığım;
Yaşayan herkesin uğraştığı bir işi vardır kimisi bunu her gün severek yapar kimisi sevmeyerek.
Kimi zorunlu bir tercihle bu işe sahiptir, kimisi ise hayal ederek…
Ben mi? Ben hayalini yaşayanlardanım.
Bu değerli blogun ilk yazısında da güncel , eğitimler, eleştiriler, tecrübeler, trendler, ikonlar, yarışmalar ve bu listeyi devam ettirebilecek bir çok başlığın yanısıra içine düştüğüm aşktan bahsetmek istedim.
Bu aşk ki,
Küçüklükten sarmıştır.
İstemsiz beklentisiz her kâğıda köşeye datumun tanımını bilmez iken, bunu çizen boyayan bir çocuksunuzdur.
Okul kitaplarının köşeleri ise henüz bilmediğiniz örüntüler ile doludur.
Yaşadığın her yere denge ve eksenel dokunuşlar yapar, senin orada olduğuna dair iz bırakırsın.
Fakültesini tutkuyla okur, sunumlarınla şaşırtıcı bir hayranlık yaratırsın. Sen sunuma çıkarken, duyan bilen senin sunumuna tanık olur. Bu da senin icin en serefli andır.
Sonunda çakarsın mezuniyet kütüğüne adını birincilikle. Bittigini sandığın eğitim hayatına, tahammül seviyeni artırırsan öğrenebileceğin çok şeyin olduğunu göreceğin iş hayatına girersin.
İşte anahtar kelime “tahammül”
Kendin ile çıktığın yolunda, tahammül senin en büyük karakteristiğin olacak, tabi hazır bir düzende koltuğun yok ise.
Çalışacaksın! Emek vereceksin! Yılmayacaksın! Geliştireceksin kendini! Sana hep bunu yap derler, sen yapacaksın. Ama kendi tasarımını da aynı anda yapıp sunacaksın.
Böyle böyle seni sen yapan kendin ile gurur duymaya sebeplerin artacak !
İlmi çalışana verir Rab.
Bugüne dair iş merkezleri, toplu konutlar, hastaneler ve en son ise master konumda olan Ankara’dan Van’a kadar olan ülke sınırlarındaki en yüksek konut ve yaşam kompleksi projeleri olmak uzere yaklaşık 892000 metrekare vasıflı projede, bir fiil tasarımcı – koordinatör – süreç yöneticisi olarak iş bitirdim.
Sonuç,
Şanslıysan, mesleğine aşıksındır ve sadece kendinle yarışırsın. Çünkü, bu aşk iki kişiliktir. Sen ve seni sen yapan mesleğin.

Melis Konukoğlu
ANLAT AŞK BEN KİMİM?
İki hayatın tek sayfasındaki kahramanız hepimiz.
Yaşamak istediğine karşı, yaşamanı istedikleri planlar dizilir önüne çeyrek ömründe.
İki dünya arasında yürüdüğün yalnız yoldur düşüncelerin. Bir tek sen bilirsin kasandaki o boş kağıdı.
Mesela sen seçemezsin yaşadığın evi, anneyi, babayı, şehri, kardeşi. Dahası seçimin mümkün olmadığı, hunharca zaruretten kabule geçtiğin bireyleri, sırf senin hayatından birinin kalbine isabet etmiş diye bakmak zorunda kaldığın yüzleri seçemeyeceksin devri alemde. Sen profesyonel bir varlıksın Rab’in yarattığı, ilmek ilmek işlenen ise senin seçemediğin tarafındı. Yazılanı oynamaktan ırağa gidemeyeceğini sandığın ömür, sana senin gibi sıradan biri tarafından yazılır. Sen ise bunu kitabındaki sayfalar sanırsın. Sonra büyürsün, seni sen yapan yönlerini, hakiki Sen’i arar durursun. Şanslıysan varlıkdaşım ki, bu çok kolay olmayan yanı dünyanın, bulursun bir yolunu çarpa çarpa. Güçlenirsin. Rab kapısını daha çok çalarsın. “aç!” dersin “aç! Ben geldim! Anlat bana. Neydi kalabalıklarda yalnızlaşmama sebep olan?” Hoşa giden kostümlü değneklere tebessüm etmekten bıkan, sahne ışıklarından gözleri kamaşmış yorgun gözlere, güneşe iğnenin battığı delikten bakan insan evladına. Anlat, ey yücelerin yücesi kutsal AŞK! BEN KİMİM? NE İÇİN GELDİM?


Tülay Dikbaş
Tarihe not olması için Korona günlükleri ile başlamak istiyorum yazıma.
Malum, global bir sorun olan ‘’Covid-19 / korona virüsü’’ (adına ne demek isterseniz) ile hepimiz kendimizi izole etmek amacı ile evlerimize çekildik.
Çekilen evde günler nasıl geçiyor? Bazısı ekmek yapıp, sosyal medyada paylaşıyor… bazısı kendini temizliğe veriyor… bazıları ise pasta / börek – yemek gibi aktiviteler ile kilolarına kilo katarak bir ugraş içine giriyor.
Bende bunlara ek olarak, tabiki hafta sonları sadece (hafta içi home ofis çalışma) Leyla ile Mecnun izleyip çok eğleniyorum, psikolojimizi de sağlam tutabilmek adına eglenceli şeyler izlemeye çalışıyorum
Bir çok insan “Salgın” gibi filmler izleyip dertleniyor, yapmayın etmeyin… her şey geçecek biliyoruz ancak gün sonunda dimdik ayakta durarak geçmesini diliyorum.
Güzel günler görecegiz…güneşli günler… ben inanıyorum, sizin de inanmanız dileğiyle.

Gülenay Aynural Hilal
Merhaba Sevgili Dostlar;
Öncelikle böylesi güzel ve anlamlı bir platformda yer almaktan ötürü duyduğum memnuniyeti dile
getirmek isterim. Benim için kıymetli çünkü blog sahibi Fulya Mısırlıgil hocamız benim hayatımda
inanılmaz özel bir yere sahiptir. Gerek kendisinden edindiğim hayata dair felsefeler, gerek aldığım
spesifik eğitimler beni hayat yolculuğumda çok farklı noktalara taşımıştır. Bu vesileyle kendisine
buradan tekrar şükranlarımı ve sevgilerimi iletmek isterim.
Efendim Gülenay Hilal kim derseniz, kimlik bilgilerimden, iş ünvanlarımdan evvel, adalet ve merhamet aşığı, yaratılanı yaratandan ötürü çok seven, yaşamı sorgulayan, insanlık için
insan için mücadele veren, öğrenmenin yaşı yoktur sözünü kendine şiar edinmiş, sürekli kendini
yenileyen,.keşfeden, gezmeyi, yeni ve değişik kültürleri tanıyıp görmeyi seven biriyim diyebilirim.
Bu mecrada sizlerle neler mi paylaşacağız?
HAYATA DAİR HER ŞEYİ…
Bildiklerimi, öğrendiklerimi mi aktaracağım?
Haşa!!!
Bilmediklerimi, geç kalışlarımı, tabularımı, keşfetmenin gücünü ve daha neler neler…
Hepinizi şimdilik sevgiyle selamlıyor, güzel paylaşımlarda buluşmak dileğiyle diyorum. Sizi Allah’a emanet
ediyorum.

Levent Dal
Sevim koş, katil geldi…
Malum Coronavirus ( Covıd-19 ) dolayısıyla hepimiz evlerimizdeyiz. Daha doğrusu biz Antepliler çoğunlukla balkondayız. Bu arada Anteplilerin ev alırken ısrarla geniş balkon istemesindeki haklılığının kanıtlandığı günlerden geçiyoruz. İnsan tüm günü balkondan sokağa bakarak izleyince –özellikle 35 yaş üzeri olan bizler- içimizden “Sevim koş katil geldi” diyesi geliyor ama durum “Sevim koş sokaklar bomboş!” şeklinde. Bizimkiler dizisinin unutulmayan karakteri Sarhoş Cemil gibiyiz.
Bizim çağın çok meşhur bir sorusu vardı “Issız bir adaya düşsen yanına alacağın 3 şey nedir?” diye. Issız adaya değil ama ıssız evlerimize düştük ve aklımıza ilk ekmek yapmayı öğrenmek geldi! Üniversiteden çok beğendiğim hem hemşehrim hem de hocam Deniz Ülke Arıboğan geçenlerde şöyle bir tweet attı “Ekmek yapmanın insanı neden bu kadar mutlu ettiği araştırılmalı”. Yani Covid-19, şuanda bir üniversitede Rektör olan Deniz hocam gibi kariyerinin zirvesinde çok başarılı bir kadına ekmek yaparak mutlu etmeyi öğretti! Peki bu durum aslında bir fırsat olabilir mi? O kadar hızlı yaşıyorduk ki; bizi mutlu eden şeyin ne olduğunu unuttuk sanki! Kariyer, iş hayatı derken amaçlarımıza ulaşmak için araç olan şeyler birden hayatımızın amacı oluverdi.
Hayat bizi yavaşlatmaya karar verdi birden! Yani 100 yıl önce yaşayan insanlar gelse günümüz için ne düşünürdü merak ediyorum! 1949 yılında “Artık bilgisayar teknolojisinin sınırına ulaştık” diyen John von Neumann 2020 yılında cep telefonu ile o günkü bilgisayarlardan çok daha fazla şey yapılabildiğini görse ne düşünürdü! Yada bu çağda yaşamak ister miydi?

Nursev Kadıoğlu
Sıradanlaştırma…
Sahip olduğumuz duyguları kolay tanırız ve kolay algılarız. Kedi gibiyizdir, uyurken üzerimizi örten birisinin üşüyor musun diye sorması, aç mısın sen çok seviyorsun diye pişirdim demesi nasıl da içimizi ısıtır. Bize ayrılan zaman, güzel davranışları anlamlı kılan emek değil midir?
Sevilmemiş veya sevgiyi tanımayan biri, eylemlerle dile getirmek istediğiniz bu duyguları fark etmeyebilir. Onların bildikleri dil direkt söylenen olabilir. SENİ SEVİYORUM. Aslında ne de kolaydır. İnsanın sahip olduğu en önemli şeylerden birinin zaman olduğunu biliyor mudur? Eğer bir kişi size emeğini ve zamanını veriyorsa bundan değerli ne olabilir?
Duygu yoğunluğu yüksek olan kişilerin seçtiği bu dil, karşısındaki kişilerin dili farklıysa bizlerde çok önemli duygu karmaşası yaratabiliyor. Bir de bakıyorsunuz ki siz onları mutlu etmeye çalışırken yaptıklarınız sıradanlaşabiliyor hatta değersizleşebiliyor veya sizde böyle bir his bırakabiliyor.
Bazen “Mutluluklar dilerim, mutlu ol” cümlelerini de sık kullandığımız zaman içi boşalıyor ve sıradanlaşıyor, yanlış algılanıyor. Sadece kendi mutluluğumuz gibi… Halbuki çevremizdekiler mutsuzken biz nasıl mutlu olabiliriz? O sahip olunan duygu bencillik olmasın.
Öyle meşgulüz ki bizlere gösterilen eylem dilini göremiyoruz, hep kolaya kaçıyoruz. Arkadaşımıza, dostumuza nasılsın dedikten sonra gözlerinin içine bakmaya zamanımız olmuyor. O bile sıradan, rutin bir kelime oldu, cevabını merak etmediğimiz…
Çoğu şeyi fark edemiyoruz, farkındalık kelimesini sıkça kullandığımız halde içselleştiremiyoruz. Çevremizde olup bitenleri, kaybolmakta olan değerlerimizi, birlikte yaşadığımız insanların duygularını fark edemiyoruz. Onlar da bizi fark edemiyor. Farkındalığı olan çok az insan bizlere ışık oluyor, iz bırakıyor, hayatlara dokunuyor. Belki bazen anlaşılmadığı için acı çekiyor ama gerçek haz’a, iç huzura onlar ulaşıyor.

Seda Boz
Covid-19 Başlangıcı Uzaktan Eğitimi Öğretti (3 Dakikalık Okuma)
Koronavirüs pandemisinin tüm Dünyada tüm sektörlerde işleri çok etkilediği kesin.
Bir düşünce çerçevesinde eğitim sektöründe olduğum için meseleye iki boyuttan bakmaya çalıştım.
Eğitim sektöründe sınıf içi eğitimler ve geniş katılımlı seminerler yapılıyordu. Eğitmenlerin sınıf içi eğitimlerde insanlarla sosyalleşme, insanların birbirleriyle sosyalleşmesini sağlama, sınıf içinde bazı deneyimleri çok iyi yapma konusu kuvvetlidir.
Covid-19’un başlaması ile eğitimler online olarak verilmeye başlandı. Bu deneyimleri canlı seans eğitimlerinde de katılımcılara çok iyi yansıtan ve çok iyi yaşatan eğitimcilerimiz de var. Ayrıca insanlar bu online eğitimleri kaydederek sonradan izleme şansına da sahip oldu. Paylaşımların kalitesi çok yüksek. Soru ve cevaplarla sosyalleşme de oluyor bu ortamda.
Buna karşın örneğin yoga eğitmeni ya da fitness eğitimleri, hoca ile bire bir etkileşimin olması gereken, fiziksel olarak hareketlerin kontrol edilmesi gereken eğitimlerdir. İşin içine bire bir sosyalleşme de giriyor tabii ki. Ekrandan spor yapmak ne kadar etkili olur, nasıl performans sergilenir bu tartışılır.
İyi çözümler üreterek sosyalleşmeyi çok iyi yapabilirsek belki eski günleri arayabiliriz.
Sizce bu yeni covid-19 pandemiğinin yarattığı rakipler, yeni çözümler iyi mi? Eskiye dönmeyebilir mi işler? Ne dersiniz?

Süreyya Küçükcan
“Kötülüğün en büyük sorunu, her zaman bir iyiye ihtiyaç duymasıdır. Ama aynı şey iyilik için söz konusu değildir “

Ebru Deniz Karslı
Covid Günlerinden birinde Sığla
Yaklaşık bir yıl önce satın alıp, işyerindeki odasına getirdiği Sığla kolonyasından döktü ellerine ve elindeki anahtarlığın her detayını ovdu kolonya ile. Sabunla bol bol yıkamakla yetinemez olmuştu. Keskin koku yine burun deliklerinden derinlere yakarak işlemişti. Masa üzerindeki takviminde dünyayı sarıp sarmalayan virüs salgını için yapılan hazırlıkların notlarına takıldı gözleri. İşyerindeki uygulama detayları ile ilgili bir takım notlar… Bir aydan fazla olmuştu hayat değişeli, Ramazan ayının ilk günleriydi ya sakindi işler,” Arka planda müzik dinlemek iyi gelecek”, diye düşündü ve Ağustos 2005 Harbiye konserlerinden birini buldu. Erol Evgin çocukluğunun şarkılarını Nükhet Duru ve Candan Erçetin ile birlikte söylüyordu. Orkestra harika çalıyordu. Melih Kibar anısına düzenlenmiş bir geceydi. Şef Garo Mafyan’ın yönetiminde Zeynep Talu’nun eşsiz dizeleri Melih Kibar’ın notalarıyla İstanbul semalarına erişirken, “Nasıl kaçırmışım ben bu konseri?” diye düşündü.
Sığla nerede yetişir ne şifalar verir, diye internete girip bakındı. Güzel Muğla’nın ilçelerinde, Dalaman Çayı kıyılarında, Kızıl Çamlara eşlik edermiş çoğunlukla. Yüksekliği 20 metreyi bulabilen koca gövdeli ağaçlarmış. Bilmiyor muydu sanki? Çocukluğunda Günlük Ormanlarında dev ağaçların gölgelerinde ailecek kurulan sofraları, ormanın kokusunu hatırladı. Ağustos böceklerinin seslerini, sıcaktan kaçmak için ormanın bittiği yerde başlayan denize kaçışlarını. Sığla dalları arasından gözüne gelen güneş ışıklarını…
Konseri kaçırmıştı ama şarkılar ve sığla O’na yaşamın harika bir armağanını hatırlattı. Belki de hiç unutulmuyordu bu hisler. Beynin kulisinde saklı kalıyordu bir yerlerde. O kolonyayı da bu hisler aldırmıştı ona. Sığla’ nın kokusuyla dinlemeyi sürdürdü; “Bu bir şarkıdır böyle, kulak ver ve dinle, seni seviyorum…”. Çocukluğunun Ramazanları, notaları ve ağaçları sevgiyle kucaklıyordu bugün O’nu. Gülümseyerek ve minnetle çalışmaya devam etti.

Merve Eylül Kireçci
ADIM ADIM COVİD-19 VE RUH SAĞLIĞI
Hepimizin bildiği gibi covid-19 (koronavirüs) salgını hayatımıza bomba gibi düştü. Salgın ilk olarak 2019 Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıktı. Başlarda ne kadar kuş gribi, domuz gribidir; panik yapmaya gerek yok, her sene karşılaşıyoruz benzer hastalıklarla desekte, hiç tahmin etmediğimiz bir etkiyle bütün dünyayı alarma geçirdi ve bir anda büyük tehtid oluşturdu. Geçmişe baktığımızda toplu ölümlere sebep olan bulaşıcı salgın hastalıklar ve getirdiği acı kayıplar, insan tarihinin en büyük korkusu olarak bilinmektedir. Bu yüzdendir ki virüsler, salgın hastalıklar insanların yaşam akışını değiştiren davranışlardan biridir. Covid-19 başlarda fizyolojik semptomlar ve etkilerinden adından söz ettirirken ilerleyen günlerde sosyal izolasyonu, sosyal yaşantımızı hatta gündelik yaşantımızı derinden etkileyip hepimizi psikolojik olarak sarsmayı da başarmıştır. Psikolojik olarak covid-19’u ele aldığımız zaman; daha önce hiç bilmediğimiz bir durumla karşı karşıyayız, bu durum giderek yayılıyor, kayıplara neden oluyor, karantina ve sokağa çıkma yasaklarını getiriyor, insan ilişkilerimizi kısıtlıyor, bütün dünya aynı virüsle savaşmasına rağmen kesin bir ilacı bulunamıyor. Bütün bu belirsizliker ve telaş kaygı düzeyimizi oldukça arttırıyor. Kaygı düzeyimiz arttı ama biz hiç mi bir şey yapmadık? Elbette ki yaptık; insanoğlu doğası gereği kendini koruma ve hayatta kalma mücadelesi içindedir. Yaşanan beklenmedik durumlar karşısında
“ ruh sağlığımızı “ koruyabilmenin en iyi yolu bilmediğimiz şeyi bilinir hale getirmektir. Çünkü bilinmeyeni, bilinir hale getirmek kontrol gücümüzü arttırarak önlem almamızı kolaylaştırır. Kaygı ve kaygının beraberinde getirdiği panik hali yatıştırmanın ilk yolu belirginliktir. Covid- 19 içinde durum aslında tam olarak bu şekildeydi; virüsün etkilerini, bulaşma yollarını, risk etkenlerini, sürecin ilerleyişini ve almamız gereken tedbirleri büyük, küçük artık hepimiz biliyoruz. Bu bilinç doğrultusunda hayatımızda bir takım değişiklikler meydana getirdik; rutinlerimizin bir kısmını koruduk bir kısmını yeniden planladık, temizliğe daha çok önem verdik, sağlığımıza daha çok dikkat etmeye başladık, kendimize ve ailemize daha çok vakit ayırmaya başladık, yeni uğraşlar edindik belki de hiç bilmediğimiz yönlerimizi keşfettik. Aslında hepimizi dengesini bozan bu virüs bir yanda da bizlerin farkındalık düzeyini arttırdı. Belki farkında değiliz ama küçükte olsa bir rahatlama düzeyine girdik sevgili okurlar. Asıl olan ise “ bundan sonra ne yapacağımız “ dır. Bir süre daha evde olma hali özellikle havaların ısındığı bahar aylarını kaçırmamız, hareket ve özgürlük kısıtlaması, sınırlı sosyal yaşam, iletişim azalması, sevdiklerimiz ile hatta ailemiz ile vakit geçirememek, fiziksel mesafe, iş ve okul hayatına devam edememek, kalabalık ortamlara girememek en basitinden sarılma davranışının engellemesi bizi öfkeli ve depresif hale getirebilir. Ancak unutmamamız gereken bir gerçek var ki; bu sürecin geçici olduğu, kendimizi ve sevdiklerimizi tehlikeye atmamak adına sürecin koşullarına bağlı kalmamız gerektiğidir. Bu süreçte dilin işlevini kullanarak duygu aktarımını sağlayabilir ne kadar uzakta da olsak dil işlevi ile bir arada kalabiliriz. Olabildiğince aile içinde duygularınızı ifade etmek, birbirinizi dinlemek ve anlamaya çalışmak duygu durumunuza iyi gelen bir paylaşım olacaktır. Teknoloji çağındayız telefon ile haberleşmek, görüntülü konuşmalar gerçekleştirmek ise bir nebzede olsa sevdiklerinizi yanınızada hissettirecektir. Yetişkinler dilin gücünü kullanırken, çocuklarla çeşitli aktiviteler yapmak, oyun oynamak, onlara kitap okumak yine onların anladığı dilden konuşarak bu süreci ruhsal açıdan sağlıklı tamamlamalarını sağlayacaktır. Aynı zamanda çocuklarla geçirilen vakit yetişkinlere de iyi gelecektir. Bu süreci verimli hale getirmek yani aslında krizi fırsata çevirmek elimizde. Belki çok çeşitli değil ama yapacağımız şeyler var. Öncelikle kendinizi sakinleştirmeyi deneyin, ilk başlarda bunu tam başaramasanızda denedikçe başardığınızı görüceksiniz. Felaketleştirici haberlerden uzak durun, sürekli koronavirüs haberlerine maruz kalmak, sosyal medya hesaplarınızdan devamlı olarak virüs takip etmek çeşitli duygu durum sorunlarına neden olmaktadır. Gün sonu en güvenilir kaynaktan kısa bir bilgi almak sürecin ilerleyişini daha sağlıklı takip etmemizi sağlar. Gün içerisinde iyi hissetmediğimiz zamanlarda nefes egzersizleri yapmak ve bu egzersizleri balkonunuzda, evinizin bahçesinde veya pencerelerinizi açıp oksijen ile temas gerçekleştirerek yapmanız sizi rahatlatacaktır. Yapabiliyorsanız yoga, meditasyon, pilates, ev içinde gerçekleştirilen mini sporlar, dans etmek kaygıyı uzaklaştırıp enerji boşaltmanızı sağlayacaktır. Karantina sürecinden önce yoğun iş tempolarından, çalışma hayatından, okul hayatından, ev işleriyle uğraşmaktan uzaklaşmayı ve dinlenme, kendimize vakit ayırma hayallerinden bahsederdik. İşte bu noktada fırsat ayağımıza geldi düşüncesiyle kendimizi geliştirmek adına, dinlenmek adına gerçekleştiremediğiniz hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz en azından yeniden yapılandırabilirsiniz. Okuyarak, dinleyerek, online gerçekleşen eğitimlere- aktivitelere katılarak, hobilerinizle uğraşarak, yeni hobiler edinerek, yazarak hem süreci verimli hale getirip hem kendinize yatırım yapabilirsiniz. Süreçten şikayet ederek kendinize eziyet etmeyin hatta sürecin getirdiklerine alışmaya çalışmak daha doğru bir seçim olacaktır. Bu kadar yoğun olmasada , hayatımızın yeni düzeni bu şekilde devam edecek. Süreç bitecek ama sağlığımız için aldığımız önlemler, temizliğimize verdiğimiz önem, sosyal mesafe davranışı, tüketimin azalması, dikkatli yaşamın getirdiği bilinç artık hayatımızda kalıcıdır.
Süreci en kısa sürede , en az hasarla atlatmak ve tekrar görüşebilmek dileğiyle..
Sağlıklı Günler Dilerim. Sevgiler..

Yunus Nurses
Ben karakter olarak özgür ruhlu, dış görünüşe içte ki kadar önem vermeyen, değer vermeyi ve
verilmeyi önemseyen,
çalışmayı, düşünmeyi, sevmeyi , iyiliği , yardımseverliği, meneviyatı, her şeyden önce iyi niyeti ve
samimiyeti önemseyen ve Yunus Emre’ nin dediği gibi ;
“Bir avuç toprak, birazda suyum ben. Neyimle övüneyim, işte buyum ben.”
Hayatımda hiçbirşeyin daha fazlasını yani (lüksünü) almak için çaba harcamadım. Elimde olan
bana yetiyorsa, ihtiyacımı karşılıyorsa yeterlidir çünkü ihtiyaçtan fazlası fuzulidir benim için.
Eğer bir işe başladıysam asla yarım bırakmam.
Kalabalıkları pek sevmem. İnsan kalabalığı, eşya kalabalığı her zaman bunaltmıştır beni. Bir söz
vardır çok severim ;
” Herşeyin fazlası zarar ” diye..
Arkadaşım çoktur fakat dostum azdır. Arkadaş bulmak kolay, dost bulmak zordur. Çünkü
gerçek dostlar yıldızlar gibidir, karanlık çökünce ortaya çıkarlar.
Her zaman hedeflerimi yüksek tutatırım. Zor olanı yapar, imkansızı denerim. Ulaşılmazı en zor
olan yerlere kendi emeğimle başkasından çalmadan kimsenin hakkına gasp etmeden ulaşmaya
çalışırım. Mücadele etmeyi severim ve mutlaka her emeğin karşılığının alınacağına inanırım.
Üretmeyen, çalışmayan, düşünmeyen ve niçin var olduğunu bilmeyen, sorgulamayan,
tembel, karanlık ruhlu, olumsuz insanlar ne yazık ki hiçbir zaman istediğini elde edemedi ve
edemeyecekte.
Niyetinin kötü olduğunu gizleyen , fikirleri mi eleştiren insanlar var ve
iyi ki varlar. Bana kendi kötü yönlerimi yontmaya çalışmamda en büyük yardımcılarım onlar.
İnsanların benim hakkımda ne düşündüğünü önemserim ama; kâle alınacak insanların.
Türkü dinlemeyi ve söylemeyi çok severim. Sazım en sadık dostlarımdan biridir. Kimselere
söyleyemediğim, içimi dökemediğim, derdimi söyleyemediğim her şeyi onun tellerine(yüreğine)
dokunarak anlatırım.
Karacaoğlan der ki ;
” Saz çalmayan, tel kadrini ne bilir…”
Aşık Veysel’de cevap verir ;
-Ben gidersem sazım sen kal dünyada.
-Gizli sırlarımı aşikar etme.
-Lâl olsun dillerin söyleme ya da.
-Garip bülbül gibi ahûzar etme…
Kitap okumayı pek sevmezdim. Fakat artık okumayı da seviyorum nedeni ise bana kitap okumayı
sevdiren, farklı insanlarla, farklı dünyalarla buluşturan ve farklı bir bakış açısıyla herşeyi analiz
edip, kavrayıp ve çokça düşündüren FULYA MSIRLIGİL’e çok şey borçluyum.
Sadece bununla kalmayıp bana kendimi bulduran, kendimi keşfetmeyi sağlayan, olaylara,
insanlara, evrene farklı bakış açısıyla bakmamı sağlayan ve beni çokça düşündüren bir insan olduğu için ayrıca minettarım.
Film izlemeyi seviyordum ama nasıl izleneceğini bilmiyordum. Yani demek istediğim filmi
izledikten sonra ha evet güzel film, şu oyuncuda iyi oynamış vs. kalıplara kitlenmek değilmiş.
Her filmden sonra kendini oradaki karakterin yerine koyup, empati yapıp düşünüp ben olsaydım
ne yapardım ya da ne yapabilirdim veyahut bundan nasıl bir ders çıkarabilrim ve bana ne
kazandırdı diyebilmekmiş.
Velhasıl kelam ;
İyilikten, dürüstlükten, doğruluktan , adaletten, iyi niyetten şevkatten saygı ve sevgiden
şaşmamamız dileğiyle …

Ayşe Sayar
İlimsiz kafa şeytanın çalışma odasıdır.


İbrahim Halil Özdurak
Anne olmak?
Anne olmak birçok kadının can attığı, bazen çok kolay ulaştığı, bazen hamile kalabilmek için yıllarca uğraştığı , bazen hamile kaldıktan sonra ki süreçte türlü zorluklarla karşılaştığı ve nihayetin de doğum denilen kutsal bir durumla bebeğine veya bebeklerine kavuştuğu, sonrasında da ömür boyu devam eden keyifli ve bir o kadar da meşakkatli bir hadisedir. Evet dediğim gibi bazen hiç beklemediğiniz anda çalar bu mutluluk kapınızı, bazen de uğraştırır sizleri ama hangi anneye sorarsanız sorun gözünü bile kırpmadan yavrusu için canını bile feda edebilir ve her anne olan kadın da kendi annesinin değerini o andan sonra anlamaya başlar. İşte böyle bir duygudur anne olmak. Bu durumun ister hormonlara bağlı olduğunu, ister sürecin zorluklarına bağlı olduğunu düşünelim, bence modern tıbbın çokta açıklayamadığı bir durum esasında. Ben de bir tüp bebek ve kadın doğum uzmanı olarak bu anlattığım süreçlerin çoğuna tanıklık ettiğim için, sanırım dünyanın en zor ama en keyifli işlerinden birini yapıyorum. Zaman zaman bu zorlu süreçlerin her hangi bir yerin de üzücü olaylar la karşılassak bile, büyük çoğunlukla insanların en mutlu oldukları anlara tanıklık ediyoruz. Annelerden sonra anne olmak istemenin nasıl bir duygu olduğunu sanırım en iyi bizler biliyoruz. Bu sebepledir ki değerli hastalarımızın önce anneliğe ulaşabilmeleri için gerekli olan tetkik ve tedavilerin hepsini yapıyor. Sonrasında da bebeklerini kucaklarına sağlıkla kucaklarına alabilmeleri için vargücümüzle çalışıyoruz ki çocuk sesi olmayan ev kalmasın ve bu duyguyu her anne adayımız tadabilsin.

Murat Özçelik
Normalde doktor anormalde kendimim. Dünya yansa bir kibrit de ben de var derim. Elaleme takılmam kendime yeterim. Gülmeden geçen ömrü gazoz kapağına benzetirim. Bir ben daha gelmez bu dünyaya, en çok ben beni severim.

Ah be benim,
güzel olduğu kadar bahtsız ülkem!
Seni düşündükçe gözlerim
DOLAR 7.24 ağlarım..!😥

Nur Sena Özdemir

Özlem Yörük
Özlem Yörük Kimdir ?
Ressam ve takı tasarım sanatçısı Özlem Yörük, 2002 Yılında Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim İş Bölümünden mezun olmuştur.
20 Yılı aşan birikimiyle başta takı tasarımı olmak üzere ahşap boyama, Wayu tarzı çantalar, deri sandalet, otantik elbiseler, sanat değeri olan hediyelik eşyalar ve farklı kültürlere özgü tasarımlar yapan ve bunların dünya çapında satışını gerçekleştiren “Atölye Özlem Yörük” mağazalarının sahibidir. Atölye Özlem Yörük, Kişiye özel takı danışmanlığı hizmetinin verildiği Alaçatı’nın en büyük Takı Tasarım mağazasıdır. 120 m2’lik mağaza içinde her yaş ve zevke hitap eden tasarımlarıyla siz değerli paydaşlarına hizmet vermeye devam etmektedir.
Her yıl Alaçatı da düzenlenen “Alaçatı Sanat Çalıştayı”nın organizatörü ve küratörü olan Özlem Yörük bu kapsamda ağırlıklı olarak kış aylarında açtığı “kişisel resim sergileri” ile sanat çalışmalarına devam etmektedir.

Decaf
Merhaba Sanat ve Tarih Severler,
Öncelikle sevgili Fulya Mısırlıgil’e bloğun hayırlı olmasını diliyorum ve sayfasında bana yer verdiği için kendisine teşekkürlerimi sunarım.
Sizler için özenle hazırlayacağım, biraz sanat biraz tarih, okurken severek okuyacağınızı düşündüğüm güzel bir sinerji içinde olmayı arzu ediyorum. Bu yazımda kısacık Sanat ve Tarih hakkında bilgilendirmeyle, bir sonraki yazıma giriş yapmak istedim. Yorumlarınıza ve öğrenmek istediğiniz konulara her zaman açığım. SEVGİLER….
Sanat ve Sanatçı
Sanat Dünyası’nın içindekiler; sanatçılar, sanat eleştirmenleri ve sanat severler olarak açıklanabilir. Yani tüm bunların insan elinden çıkma bir eser hakkında fikir birliğine sahip olması gerekiyor. Altı çizilebilecek diğer bir önemli kelime ise “Özgün”. Her sanatçının kendi üslubu olması izleyicinin de aradığı ve sevdiği bir şeydir.
Aynı gruptan olan sanatçılar, aynı konudan ve aynı teknik ile resimler üretseler bile kendi tarzlarını katmaları ve diğerlerinden farklı olmaları gerekmektedir. Son olarak dikkat edilmesi gereken kelime ise “aday”. Dickie son cümlede bize şöyle diyor; “Beğeni kazanmaya aday obje”.Yani bir sanat eseri ortaya çıktığında herkes tarafından beğenilmesi gereken bir şey olarak oluşmuyor. Ama beğeni kazanma potansiyeli olan bir şey olarak ortaya çıkıyor. Her sanat eserinin her kesime ve beğeniye hitap etmeyeceği vurgulanıyor.
Sanatın pek çok türü de bulunmaktadır. Onları da bir hatırlayacak olursak ; resim, müzik, heykel, mimari, edebiyat, tiyatro, bale, opera, dans, dramatik ve ritmik sanatlar…
Tarih Nedir ?
Şimdi gelelim Tarih konusuna. İnsan topluluklarının geçmişteki yaşayış tarzlarını, kültür ve uygarlıklarını, sosyal ve ekonomik yapılarını neden-sonuç ilişkisi içinde yer ve zaman göstererek inceleyen, elde ettiği bulguları, belgelere dayanarak tarafsız bir şekilde açıklayan sosyal bilim dalına “Tarih” denir. Tarihi bilgi ise geçmişte yaşanmış olaylara ilişkin bilgilerin, tarihe ilişkin güncel düşünce çevresinde yorumlanmasıyla oluşur.
Tarih kelimesi batı dillerinde Grekçe “historia” sözcüğünden gelmektedir. İonya lehçesinde “bildirme, haber alma yolu ile bilgi edinme” anlamlarında da kullanılmıştır. Ayrıca Attika Lehçesinde “görerek ya da tanık olarak bilme” anlamına da gelmektedir. Carlo Argan ise tarih ve sanat konularına ilişkin şunu söylemiştir ; ” Uygarlıkların veya bir çağ tarihinin, sanatının tarihini de incelemeden bir bütün şeklinde yazmak olanaksızdır.”

Gülden Aksoy
“İki kapılı bu han’da”, bazen çemberin içinde bazen dışında ama eski bir saatin sarkacı gibi ordan oraya sallanıp durmayı- amaçsız bir şekilde sadece soluk alıp vererek yaşamayı reddeden , varoluş sebeplerini sorgulayabilen , öğrencilerinin hayatına ucundan kıyısından dokunabilmiş, onlarla her geçen gün yepyeni şeyler keşfedebilmenin hazzını yaşamış, öğrenmenin hiçbir yaşta bitmeyeceğini bilen, hayatın sadece an’lardan ibaret olduğu gerçeğine erişebilmiş, küçük mutluluklarla yetinen, içindeki çocuğu bir yerlerde her daim yaşatan, okumayı -okuyanı- okutanı seven, edebiyat ve felsefe aşığı babasının kitapları arasında büyümüş, o koca kütüphanenin içindeki kitaplardan zaman zaman korkmuş, zaman zaman büyülenmiş ve armut dibine düşer misali yolunu çizmiş bir Edebiyat öğretmeniyim. Dünya denilen uçsuz bucaksız bu koca ummanda bir zerre su damlasıyım belki, küçücük bir noktayım kimbilir… elimde sihirli bir değnek olmasa da adaletsizliğe, merhametsizliğe, sahteliklere, riyakarlıklara başkaldırabilecek, çamurdan bir heykel gibi hayatına şekil verebilecek bir güce sahibim. Bazen mumu yakan ilk kişi karanlıkta kalmaya mahkum olsa da, karanlıkta kalmaktan korkmayanlardanım ama ne demiş şair, sen yanmazsan ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa… hayat denen bu yolculukta , var mısın sen de bir mum yakmaya?

Muhterem Kaygısız
Merhaba Ben Muhterem KAYGISIZ. Öncelikle bu güzel mesleğe ve kadınları mutlu etmeye 1999 yılında başladım. Kendini mesleki anlamda kanıtlamış önemli isimlerle İstanbul’un en başarılı kuaförlerinde kariyer basamaklarını çıkmaya başladım. 2010 yılında kendi tecrübelerimi ve uygulamalarımı göstermek adına SALON ULUS olarak sektörde yer almaya başladım. Vizyonumu daima güncel tutmaya çalışan bunun için kariyerine ara vermeden disiplinli bir şekilde devam etmekteyim. Başarılı olmak adına yeni uygulamalar geliştirmeye çalışmaktayım. Saç bizim için his ve doku demektir. İstediğimiz vizyona uygun olarak en işe yarayan, en doğal içeriklerden, hatta mümkünse organik ürünlerle çalışarak müşterilerimizi mutlu etmeye çalışmaktayız.
Geçtiğimiz bu zor günlerde saçlarımıza bakmayı ihmal etmemeliyiz. Mevsimler değişiyor, saçlarımız hava değişikliğinden etkileniyor.Bahar aylarında açık tonlar tercih etmenizi öneriyorum. Sarı ve tonları bahar ayları için idealdir. Sizi olduğundan daha enerjik ve havalı gösteren bu renkler baharın sıcaklığını saçlarına yansıtacaktır. Sarının altın veya bal renklerine bu bahar aylarında bir şans verebilirsiniz. Eğer daha kırmızı alt tonlu bir saç rengi düşünüyorsanız bakır veya altın tonlarındaki kumral renklerini deneyebilirsiniz. Küllü renkler yerine daha sıcak renkler tercih edebilirsiniz. Zamanla saçların yapılarında zayıflamalar, çatallaşmazlar ve kopmalar oluşuyor. Saç dökülmeler de artıyor. Saçlarımızı metal ısıdan uzak tutmalıyız . Evde geçirdiğimiz günleri fırsata çevirip saçlarımızın nem kazanmasını sağlamalıyız. Evde kesinlikle boya yapmamalıyız, sürüş ve hazırlanış boya kimyasında büyük önem taşır. Saçlarımızı karantina sürecinde hafta da en fazla üç kez yıkamalı ve ikişer kez şampuan yapılmalıdır. Ev ortamında bulduğumuzdan dolayı iyice durulanıp hafifçe taranıp ve kurutulmalıdır. Saç bakımımızı evde kendimiz hazırlamak yerine çok başarılı bakım kürlerini kullanırsak istediğimiz sonuçlara en kısa sürede ulaşabiliriz. Bakım kürümüz yoksa evde hazırlayabileceğimiz doğal saç bakım kürlerinden en etkili olanlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kür 1;Yumurta sarısı, bal ve 3 damla sirke kopan, esneyen saç, kimyasal işlem görmüş ve aşırı yorulmuş saçlar için başarılı bir karışımdır.
Kür 2; 1 adet avokadoyu ezip üzerine 2 yemek kaşığı bal döküp karıştırınız. Bu karışım saçlarımızı canlandırması içindir.
Kür 3; 3 tatlı kaşığı ardınç ağacı yağı, 1 yemek kaşığı biberiye yağı, 1 çay kaşığı ısırgan tohumu yağını bir kapta karıştırın. Daha sonra bu kabı ocakta kaynayan sıcak su dolu tencerenin üzerine yerleştirip ısıtın. Karışım ısıyınca saç köklerine masaj yaparak uygulayın. Saçınıza bone takın ve streç filmle kaplayın. 1 saat bekleyin ve saçlarınızı ılık su ile yıkayın. Hafta da 1 gün bu işlemi tekrarlayın. Bu karışım saç dökülmelerini azaltma konusunda başarılıdır.
Kür 4; 1 adet portakal suyunu sıkın ve su, bal, Sandal ağacı yağı ile birlikte karıştırın. Bu karışımı şampuanla saçınızı yıkadıktan sonra durulama esnasında uygulayın. Parlak saçlar için çok etkili bir karışımdır.

İrem Aksoy
SEVGİ EYLEM GEREKTİRİR…
Evetttt Merhabalar, Öncelikle yaşamış olduğu deneyimleri ve yazılarıyla, böyle bir platformda bizlere yazmamız için yol açan Fulya Mısırlıgil’e teşekkürler…
Aslında ilk yazıyı Avukat kimliğim itibariyle hukukla ilgili yazılar paylaşacakken avukattan önce insan olma hallerim ağır bastığından böyle bir yazı ve başlık beliriverdi.
Ne demiştik?? Sevgi Eylem Gerektirir!!
Bu yazıyı 2 sene önce bir arkadaşımın profilinde görmüştüm ve öylesine okuyup geçmiştim, ta ki hissedinceye kadar, hissetmek ne demek sorduğunuzu duyar gibiyim, aslında iliklere kadar hissetmek o olayı yaşamak ve tüm vücudunun zerresine kadar hissetmek. Hani derler ya, başına gelmeden insanlar ne söylese boş sen o acıyı yaşamadan farkedemezsin.
Evet günümüzde herkes birbirini seviyor, her an güzel şeyler konuşuluyor ama sadece konuşuluyor. Herkesi dinleyin herkes çok güzel konuşuyor. Sorun da burada işte sadece konuşmak!!! Kimse kendisinden başka bir kimse için eyleme geçmiyor. Kimse söylediğini eyleme dökmüyor. Evet hayatta herşey kolaylaştı, ulaşılabilirlik çok kolay ama kimse bir şey yapmıyor. Aslında kimse kendini yormuyor, üzmüyor.
Aslında sorgulamamız ve kendimize sormamız gereken esaslı soru; Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, affetmekti, kabullenmekti, sevgi emekti… Herkese göre değişir sevginin anlam bulduğu kavramlar ancak şu var ki sevginin ifade ettiği şeyi yapmak gerekir, yani eylem gerektirir. Yani seviyorsan affetmen gerekir, seviyorsan kabullenmen gerekir, yani eylem yapman gerekir ki sevgi karşı tarafta vücut bulsun.
Sevgiyi ifade ederken tüketmemek gerekiyor. Birisine Seni Seviyorum diyorsan eyleme geçeceksin. Çocuğun annesine bile seviyorum demesinde bir eylem olmalı ki sevgi anlam bulsun! Seni seviyorum diyorsan, sevdiğin kişiye karşı sevginin gereğini yapmıyorsan artık seni seviyorum demenin herhangi bir anlamı kalmıyor. Tüketmeyelim lütfen!!! Kelimeler öylesine ağzımızdan çıkıp gitmesin, ağzımızdan çıkan kelimelerin sorumluluğu altındayız bunun farkına vararak, her bir kelimenin karşı tarafta yaratacağı duygu durumuna göre kontrollü konuşalım. Belki de şu anda insanlığın farkına varması gereken nokta budur.
Covid 19 virüsü dolayısıyla ilan edilen Pandemi sürecinde evde geçirdiğimiz bu karantina günlerinde herkes kendine dönüp bir bakmalı, herkes kendi dönüşümünü yaşamalı… Neler yapıyorduk? Neler konuşuyorduk? Neleri yapmamalıyız? Ve artık neler yapmalıyız? bu sorulara cevapları vermek, sözde değil gerçekten söylediklerimizi eyleme geçirerek herkes kendi içindeki değişimi başlatmalı.
Umarım bu yaşadığımız olağanüstü dönemden herkes kendine düşen payı almış olarak çıkarız.
Sevgiler…

Mücahit Özcan
Hayat pek çok sürprize gebedir derler. İşte bugün böylesi ilginç olduğu kadar sevindirici bir gelişime resmen tanıklık yaptım.Vakit geçirmeksizin sizlerle yazı formatında paylaşacağımı hiç düşünmemiştim. Neyse gelelim saadete..
Beklemediğimiz bir andı doğrusunu söylemek gerekirse.. Aklımın ucundan bile geçmezdi yazılarını takdirle okuduğum Fulya hanımefendinin bana edeceği tekliften. Bendenizi bloğunda yazı yazmam konusunda davet edeceği çok şaşırtıcı eylemdi kesinlikle..
Tereddüt dahi geçirmeden kabul ettim. Çünkü icabete uymak aldığımız terbiyenin getiresi hatta yansıması idi.! Şaşkınlığım hâlâ daha sürmekte an ve an.Lakin şunu çok iyi bilmenizi isterim.Onun kadar etkileyici ve de büyüleyiciligi birlikte üzerinde taşıyabilen entelektüel şahsiyet değilim açıkçası..
On parmağında yüz marifet sahibi yapısına uyum sağlayabilmek çabamız olur ancak.. Güçlü yorumlarından meydana getirdiği harika makaleler eşliğinde okuyucusunu yeterince aydınlatan vizyonerlik misyon yükleniciligidir. Doğru ve dürüst karaktere bağlılık öyle her kula nasip olmayan Allah vergisi.. Haydi yürümekle yollar aşılmaz sevdalısına sevdalı yüreğim bakalım tınılar eşliğinde ne tür kombinasyon sergiler,bilinmez. Evet ne diyordum.!? Hatırladım sözlerin unutulmaz kısımlarını.
Kelam dünyasını alt üst edecek derecede kabiliyet tarzı ince oya misali işleyip,sunuma arz edebilmek yılların kazanımı.İki üç level üstü beyin analizini yapabilecek orandaki dehayı yakalayabilmek ne mümkün.! İmkansız hale gelen bilgelik kim bilir nasıl zorluyordu.!? Mamafih kendisini yeterince algılamamız için kendimizi bayağı bayağı geliştirmemiz evrilme yolundaki ilk basamağımız olmak zorunda.!
Bilgiyle harmanlanan kültür fırtınası bünyemizde nice kasırgalarin habercisi gibi. Dedik ya.! Okudukça hepimizi sürüklediği diyarlar,kah ütopik bağlamlı kah da düş.!Belki de, rüyalarımızı süsleyen hayal kahvesi..
Oysaki O gerçeklerle yüzleşebilme sanatını önerir genellikle her önerme yüklü cümlelerinin arasında..
Gaziantep ilimiz ile sakinleri epeycene şanslı adledilmeli.Zira böylesi ulvi bir değerle aynı havayı soluyabilmek kısmet çağrılarıyla beraber nasip işidir.!
Bizler de, atmosferinizden aksedecek görüntü eşliğinde idare ederiz velhasıl..En azından biliriz ki; özgürlük aşığı kimliğiyle kentin koruyucusu, sarsılmaz inançla kudretli bir savunucusu illaki de,hamisi.. Pekala. Kıskanıyor muyum!. Haşa.. Gıpta ediyorum gıpta.! Seviniyorum, mutlu oluyorum binbir türlü başarıların altına imza atışına.. Övülmeyi hak eden anotomisini sadece satırlara kayıt ettirmişim çok mu kardeşim.!
Avuçlarımızın içleri kızarıncaya değin alkışlamamamız erdem sayılmamalı.. İnsanı yönümüzün törpülendiğini gösterir kısacası..Kendimizi test edebilmemiz adına inanılmaz fırsattır.. Kaçırmama cihetinde de, kendisinin önünde olmasam dahi saygıyla eğilmeyi borç bilirim her daim..
Bitirirken de.. Eğer teklif gelmeseydi size diye başlayıp, çoğunluğun yalakalık gördüğü paragrafları yine de dillendirtip sayfalara döker miydiniz sorusuna yanıtsızligim az gelirse.. Evet yanıtıyla kuvvetlendirip, zaten şahsını aylardan bu yana izliyor, üstüne üstlük dehalığını ret etmiyordum diyerekten makalemi düğümlüyorum..
Umarım beğeninizi kazanmıştır.. Kısa zamanda farklı formatta kaleme alacağım yazımla inşaallah birlikte olacağız.