Siyah bir çanta…
Cansız bir nesne olmasının aksine epeyce canlı bir his çağrıştıran, siyah basit bir evrak çantası, o gün için rastgele seçilmiş bir başka öğrencinin ellerinde girdi koridora…
Koridor, sesleri de kendileri gibi rengarek ve kıvrak zekaları ile neyi ne etsem pususunda bekleyen birbirinden cin öğrencilerle dolu.
Gürültü çok.
Şenlik misali, her türlü deney var.
Atlayan, zıplayan, türkü çığıran, saç yapan, uzun eşek oynayan, abid zulasını dağıtan, okul sonrası tenefüs arası kaçış planlayan, kafa kafaya, yürek yüreğe, fısır fısır, kıķır kıkır, kıpır kıpır yerinde duramayan…
Gürültü çok.
O tazecik zihinlerin bitmeyen enerjisi panayır misali.
Ama siyah çanta da ağır epey.
Yükte değil fakat derinde bir yerde, bir alarm sanki.
Öğrenci tedirgin biraz.
Çanta başka bir suret.
Koridor başına çıktı mı kaybolur millet.
Çanta ağır dedim ya.
Sahibinin adı da.
Kafa koparanus
Bahri baba…
Koridor bomboş.
Öğrenci bir garip elinde siyah çantayla.
Ama o koridordaki herkes bilir, çantanın akıbetini.
Birkaç dakika sonra görünür Bahri Baba koridorda.
Sol yanındadır ağırlığı hafifçe, yana eğiktir baş, tarar koridoru bir bakışla, bir el hazırda, Kill Bill sahneleri halt etmiş yanında.
Ve bir uğultu kopar ortamda.
Sessizliğin içinde yürüyen bir adım ve bir adım daha.
Kulaklar kapıda.
Eller sırada.
Öğrenciler de hafife alınacak cinsten değil ama!
Şimdilik sessizce akıllı durmak ve de sağlam çıkmak o dersten amaç, her şey güzel zamanında.
Adrenalin dorukta.
Bahri baba, bir Gal efsanesi sonuçta.
Devriye devriye sokakta!
Öğrenci arar firarda…
Iskalamaz asla!
Ah bu çile sandıkları günlerin delicesine hasretini çeken yetişkin ergenler ordusu!
Hep derinden iç çekişler…
Ve yüzlere düşse de yüreklere düşmeyen yaşlılık.
Yine koşacağını yürekten dilediği koridorlarda ve bahçede kalan en güzel gençlik yılları.
İlk heyecanlar…
İlk kavgalar…
En anlamlı dostluklar ve en acıtan küslükler…
Hayatın en büyük keşiflerini yaptığımızı sandığımız en hayalperest günler.
Sabahları kontrol sırasına girdiğimiz uzun kuyruklar…
Sıra bana gelince geçer miyim korkusuyla beklediğimiz tedirgin anlar, komik panikler…
İstiklal Marşı söylemek için ses verilmesini beklediğimiz, gözlerimizin kitlendiği okul balkonu…
Anılara karışan içten kahkahalar…
Ve efsane hocalardan seçmeler…
Bahri Baba bizi hep dövme, arada okşa başımızı da…
Sen yüreğinle emek verdin, biz de yüreğimizi koyduk ortaya.
Belki o zamanlar bilemedik tam anlamıyla.
Lakin şimdiler de koca bir hasret yanar bağrımızda.
Ahh be kantin sıralarında yemekhane kuyruklarında gücümüzü keşfederken, “Akıllı olun!” diye fısıldayan kulaklarımıza…
Ve “Gözünüzün akını görmeyeceğim!” diyen o ses hala yankılanır hayatımızda.
İki yandan örgülü saçlarımızla yaratmıştık bir moda…
Ve topun peşinde itekleşen kardeş omuzlarımızın ağrısı değil ama anısı şimdilerde en çok da hafızamızda!
Ahh be Bahri Baba bizi hep dövme, arada okşa başımızı da…
Sen yüreğinle emek verdin, biz de yüreğimizi koyduk ortaya.
Seni çok sevdik. Sakın unutma.
Ahh be Bahri baba bizi kimse anlamadı o zamanlar senden başka.
Kızdığında kızdık ama kırılmadık sana asla.
Sen de bize kırılma!
Öğretmen olmanın ne demek olduğunu anladık ana baba olunca.
Şimdi evlatlarımızda keşke senin gibi eğitimcilerin gölgesi olsa…
Ahh be Bahri baba ne özledik o günleri bir bilsen inanamazsın belki ama…
Sen yine de hep çok yaşa.
Kızdığın yüreklerde güller açtı.
En güzeli de sana…
Yazıda emeğe geçen ve yazının fikir babası Sinan Camcıoğlu’na teşekkür ederiz.